İyi Bir Fikrim Var!

Bu yazımda “iyi bir fikrim var” düşüncesi ile başlayıp, o fikrin gerçek bir ürüne dönüştürülerek, kullanıcıları için 7/24 hizmet vermeye başladığı ana kadar geçen zaman zarfında nelerin yapılması ya da olması gerektiği konusundaki düşüncelerimi sizlerle paslaşmak istiyorum. Bunu bir nevi girişimcilik yol haritası ya da iyi bir fikrin neden yeterli olmadığının ve bunun yanı sıra daha nelere ihtiyaç duyulduğunun bir özeti olarak düşünebilirsiniz.
Güncel startup projemizde bahsedeceğim bu safhalardan geçiyor olmamız beni bu konuda edindiğimiz ve edineceğimiz tecrübeleri paylaşmaya yönlendirdi. Paylaşacağım bilgiler bu konularda başarılı ya da bu süreçlere hakim olduğumuzu göstermez. Burada ana maksat girişimcilik yolunda ilerlemek isteyen okurlara, onları nelerin beklediği konusunda fikir verebilmektir. Nevi şahsına münhasır her girişimcinin yolu farklı olacaktır, lakin girişim denilen olgu asgari müşterek bazında değerlendirildiğinde takip edilmesi gereken belli bir plan ihtiva etmektedir.
Linux işletim sisteminin mucidi Linus Torvalds’ın meşhur bir sözü var: “Talk is cheap, show me the code“. Eğer iyi bir fikrim var diyorsanız, o zman ‘talk is cheap’ safhasındasınız demektir. Herkesin mutllaka öyle ya da böyle iyi bir girişim fikri vardır. Ama bunu hayata geçirmek için o şahısda acaba şu özellikler de nevcut mudur?
- Maddi güç,
- Vizyon oluşturma ve misyon tanımlama kabiliyeti,
- Piyasa ve müşteri profili analizi yapma yetkinliği,
- İrade ve azim,
- Hızlı öğrenme isteği ve becerisi,
- Zaman yönetiminde yetkinlik,
- Güçlü iletişim becerileri,
- Teknik bilgi ve bereci,
- Liderlik vasıfları, takım oluşturma ve yönetime becerisi,
- Çözüm üretme yetisi,
- Startup safhasından sonra kısa sürede kurumsal yapıyı oluşturma becerisi,
- ve daha nice diğer özellikler…
Hadi şimdi gelin, birlikte başa saralım. Sizi benimle birlikte bir sene öncesine gelmeye davet ediyorum. Hemen hemen bir sene önce bugünlerde iyi bir fikrim vardı. Sonrası? Anlatayım…
İyi bir fikir düşünüldüğü kadar önemli bir olgu değil. Etrafımızda büyük bir ihtimalle iyi fikirleri olan, fakat bunları hayata geçirememiş birçok insan mevcut. Peki neden bazı fikirler hayat bulurken, bazıları sadece fikir aşamasından ötesine geçemiyorlar? Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Bunlardan bazıları:
- Fikir aslında o kadar parlak bir fikir değil.
- Daha önce başka birisinin de aklına geldi ve uygulanmaya başlandı.
- Fikrin yeşerebileceği ekonomik, sosyal ya da kültürel bir ortam mevcut değil.
- Fikir çağının çok ötesinde ve toplumda karşılık bulması mümkün görünmüyor.
- Fikir ciddi bir mali yatırım ve kaynak kullanımı gerektiriyor.
Hiç kimse sahip olduğu o iyi fikrin yukarda bahsettiğim bu kategorilerden birisine dahil olduğunu kabul etmeyecektir. Bu durumda fikrin başında yer alan iyi sıfatı sadece ve sadece sübjektif bir algıya işaret ediyor olacaktır. Kısaca kimse fikrinin kötü olduğunu kabul etmez, lakin bu sübjektif algı ile tam olarak nerede durulduğunun anlaşılması da çok güçtür. Tam bir sene önce ben de tam da buradaydım. İyi bir fikrim vardı ve bir startup kurarak, bu fikri hayata geçirecektim.
Tam bir sene sonrasında sahip olduğum o iyi fikrin somutlaşmış hali olan yazılım ürününü tamamlamaya ve canlıya almaya yaklaşmışken, bu yazı aracılığı ile kendim için de bir retrospektif olacak şekilde düşüncelerimi sizlerle paylaşıyorum. Soyut bir fikrin somut bir ürün ve hizmete nasıl dönüşebileceğini şimdi birlikte inceleyelim.
İyi bir fikrim var diyen bir şahıs bu kanıya nasıl varmış olabilir?
- Rüyasında görmüştür ve sabah bu parlak fikir ile uyanmıştır.
- Fikir kendisinin değildir.
- Günlük işlerinde bir sorunla karşılaşmıştır ve çözüm olarak bu fikri oluşturmuştur.
- Başkalarının günlük işlerinde bazı sorunlarla karşılaştıklarını görmüş ve buna nasıl bir çözüm getirebileceği konusunda fikir yürütmüştür.
Ciddi anlamda girişim düşünen birisi için ilk iki madde çok ciddye alınacak türden yaklaşımlar değildirler. Son iki madde aslında bir girişimin temelinde yatması gereken gerçekleri yansıtmatadır. Her girişimin temelinde mevcut bir probleme çözüm getirme çabası yatmalıdır. Bu yüzden bir fikirden yola çıkarak bir çözüm üretmek yerine, bir problemden yola çıkarak bir çözüm üretmek daha elle tutulur sonuçlar doğuracaktır. İlki sübjektif bir algı iken, ikincisi işe yarayacak somut sonuçlar doğurma potansiyeline sahiptir. Benim örneğimde mevcut bir problem ve onun nasıl çözülebileceğine dair bir hissiyat vardı. Peki bir sorunu keşfetmiş olmak ve ona çözüm getirmeye çalışmak yeterli miydi? Bu ilerlemek için hangi yöntemi seçtiğinize bağlı.
Girişimdeki ilk adım piyasa araştırması olmalıdır. Bir satır kod yazmadan ya da şirket ve ekibi kurmadan önce potansiyel müşteriler aranarak, onlarda düşünülen bu problemin olup, olmadığı araştırılmalıdır. Hiç kimse, buna en iyi satıcılar da dahildir, bir müşteriye bir fikri satamaz! Günün sonunda müşterinin satın aldığı şey, onun bir problemini çözen, bir gereksimini tatmin eden, onun zamandan ve paradan tasarruf etmesini sağlayan bir çözümdür. Piyasa araştırması yapmak demek, müşterilere kulak verip, onların ne gibi sorunları olduğunu anlamaya çalışmak demektir.
Piyasa araştırmamızın olumlu sonuçlar verdiğini düşünelim. Gerçekten piyasada böyle bir sorun mevcut ve biz bunu çözmeye adayız. Hemen kolları sıvayabilir miyiz? Ben acele etmeyin derim! Nedenini ve bunun yerine ne yapmanız gerektiğini açıklayacağım. Ama önce bana kulak vermediğinizi varsayalım. Yazılım ekibini oluşturdunuz, hatta şirketinizi bile kurdunuz ve altı ay ya da bir sene gecenizi, gündüzünüze katarak, düşündüğünüz ürünü hazırladınız ve artık ürünü satmaya hazırsınız. Bu ürünü büyük bir ihtimalle şu sebeplerden dolayı satamayacaksınız:
- Yeterince potansiyel müşteri ile görüşmediğiniz için gereksinimleri tam olarak kavrayamadınız ve ürün mevcut problemi çözmekten ya çok uzak ya da yeterli değil.
- Potansiyel müşteriler size tüm gerçekleri anlatmadılar. Aslında böyle bir sorunları yok ya da sorun yatırım yapmayı gerektirecek büyüklükte değil.
- Piyasa ve rekabet koşulları değişti, ürün yeterli ya da geresimleri karşılayacak yapıda değil.
- Sorun başka bir girişim tarafından başka bir ürünle çözüldü, size gerek kalmadı.
- Aklınıza gelmeyecek diğer binbir değişik nedenden dolayı.
İyi bir fikrim var demek, “sizin şöyle bir probleminiz var, ama henüz bunun farkına varmadınız, ben size yardımcı olacağım” demekten farksızdır. Diğer tarafta “benim böyle bir problemim var, nasıl çözebiliriz” diye soran bir potansiyel müşteri de güvenilir bir kaynak olmayabilir, çünkü a.) müşteri tam olarak nasıl bir problemi olduğunu bilmiyor ya da tanımlayamıyor olabilir b.) piyasa ve rekabet koşulları hızla değişebileceği için müşterinin odağı da buna doğru orantıda hareket edebilecektir.
Tekrar Linus Torvalds’ın sözünü hatırlayalım: “talk is cheap, show me the code”. Piyasada kaç kişi ile görüşürseniz, görüşün, bu zaman kaybından ve laf salatasından öteye geçemeyecektir. Bu yüzden konuşmak yerine kelimenin gerçek anlamıyla potansiyel müşterilere kodu göstermemiz gerekmektedir, yani ürünün bir prototipini. Buna MVP (Minumum Viable Product) ismi verilmektedir. Bu minimum uygulanabilir / çalışır ürün anlamına gelmektedir. Prototipten öteye gitmeyen, çok hızlı bir şekilde hazırlanabilecek, ama potansiyel müşterilerin gördüklerinde hemen durumu kavrayabilecekleri somut bir ürün örneğidir MVP.
Piyasadaki ürün ihtiyacını bir MVP ile doğrulamak çok daha kolay ve az masraflı bir iştir. MVP’nin sağladığı avantajları şöyle sıralayabiliriz:
- Çok düşük maliyetli olup, kısa sürede bir ürün prototipi olarak şekillendirilebilir.
- Potansiyel müşterilerden gereksinimleri hakkında geri bildirim almayı kolaylaştırır.
- Gerçek ürünü ve sürümlerini geliştirirken örnek teşkil eder.
- Hangi probleme somut çözüm getirdiğini ifade etme gücüne sahiptir.
Yazımın başında bir girişimcide olması gereken özelliklerden bahsetmiştim. Şimdi birinci ve sekizinci sıradaki özellikleri bir göz atın. Bu ikisi birbirine ters orantılı özelliklerdir. Ne kadar teknik bilgi ve beceriye sahipseniz, o oranda daha az maddi güce gereklilik duyarsınız. Eğer bir programcı iseniz, çok kısa bir zamanda fikrinizi bir mobil uygulama MVP olarak hazırlayıp, potansiyel müşterilerinize gösterebilirsiniz. Eğer bu teknik beceriniz yoksa, o zaman para harcayarak, bu MVP yi yaptırmanız gerekiyor. Şimdi birde teknik becerileriniz olmadan herşeyi para vererek birilerine yaptırmak zorunda olduğunuz durumları düşünün. Maddi gücünüz buna yeter mi? Eğer yatırım almayı planlıyorsanız, bu çok ilerki safhalarda mümkün hale gelebilecek bir ihtimaldir. Günümüzdeki melek yatırımcıların neredeyse hemen hemen hepsi kendisini ispatlamış ve piyasada yer bulmuş ya da yer bulma potansiyeline sahip girişimlere yatırım yapıyorlar. Bir melek yatırımcı ile görüştüğünüzde ilk duyacağınız soruların başında “ürün piyasada mı ve traction oluşturdu mu” olacaktır.
Şimdi hayal kurmayı bir an için bir kenara bırakalım, çünkü henüz bir MVP oluşturma aşamasındayız. Bunun için mali güce ya da teknik beceriye ihtiyacınız bulunuyor. Kimse fikre, hele hele o fikri yarım, yalamak yansıtan bir MVP’ye yatırım yapmaz. Bu demek oluyor ki bunu siz yapmak zorundasınız. Şimdi girişimciler kulübüne hoşgeldiniz.
İyi bir fikrim var dediğiniz andan itibaren buna ilk yatırım yapan melek yatırımcı siz olmak zorundasınız. Bunu ya para ya da teknik becerileriniz sayesinde zaman harcayarak siz yapacaksınız. Ama moraliniz hemen bozulmasın. Girişimcilik her olumsuzluğa rağmen devam etmeyi göze almak demektir. Ben yazmaya devam edeceğim, ama şevkiniz kırılmasın lütfen 🙂
Bir startup girişime start vermeden önce elinizdeki MVP ile kapı, kapı dolaşıp, çözmek istediğiniz o problem, müşteriler, saha ve diğer parametreler hakkında anormal seviyede geri bildirim sağlamanız gerektiğini konusunun önemi tekrar vurgulamak istiyorum. Bunun neden özellikle altını çiziyorum? Çünkü zamanında çok kereler iyi fikirlerim vardı ve MVP yapmadan gerçek ürünü yapmaya kalkıştım ve bunlar elimde patladılar. Nihayetinde bir önceki startup projemde MVP bile oluşturmadan, önce piyasa araştırması yaparak başlamanın daha doğru olacağı kanaatina varmış olmalıyım ki problemin olduğu alanda faal olan kişileri rastgele telefonla arayıp, konu hakkında fikirlerini almaya başladım. Yaptığım onuncu görüşmenin sonunda aslında iyi bir fikrimin olmadığını kavradım ve bu fikri derhal rafa kaldırdım. Bu şekilde ne zaman ne de para kaybetmiş oldum. Eğer nereden başlayacağım diyorsanız, o zaman alın elinize telefon rehberini ve potansiyel müşterileri arayın. İnanın bana herkes size yardımcı olacak ve fikirlerini beyan edecektir. Benim örneğimde kiralama işleminde alınan depozitoların yatırım aracı olarak değerlendirilmesi fikrinin dijitalleştirilmesi söz konusu idi. Ne yaptım? Yaşadığım şehirde bulunan emlakçıları rastgele telefonla aradım ve bu konudaki fikirlerini sordum. Bir kısmı fikri güzel bulurken, bir emlakçı bana bilmem gereken şeyi bir yumruk gibi gözümün üstüne patlatıverdi. Beni fikrimden anında caydıran o bilgi neydi biliyor musunuz? Anlatayım.
Türkiye’de ev sahipleri yeni bir kiracıdan alınacak depozitoyu kendi paraları gibi cepte görürler, hatta harcama planları bile yapmışlardır, çünkü depozito geri ödenmez, genelde son kiraya sayılır. Ben bunu bilmiyordum. Bu durumda benim bir ev sahibini, elden alıp, istediği sekide kullanabildiği depozitoyu değerlendirme amaçlı bana vermesine ikna etmem hemen hemen imkansız. Bu yüzden demek ki iyi bir fikrim yokmuş aslında, çünkü piyasanın nasıl işlediğini bilmiyormuşum. Şimdi birde kimseye birşey danışmadan bir MVP oluşturmuş ya da bundan da ileriye girerek, düşündüğüm o ürünü aylarca para ve zaman harcayarak oluşturup, piyasaya çıkmış olsaydım, neler olacaktı, bir düşünün! Bu yüzden atmamız gereken adımlar sırasıyla 1.) önce piyasa araştırması, 2.) Geri bildirimler sonucunda bir MVP oluşturulması, 3.) MVP nın inkrementel bir şekilde ürüne dönüştürülmesi şeklinde olmalıdır. Eğer yapmış olduğum piyasa araştırması fikrimin iyi olduğunu gerçekten doğrular türde olsaydı, şimdi o ürün piyasada müşterileri ile çoktan buluşmuş olacaktı. Ama oraya nasıl varmış olacaktım? Şimdi o kısmını anlatayım isterseniz.
Çıkış noktamız elimizde bulunan bir MVP olsun. Bu piyasada kabul görecek bir fikrin en basit somutlamış hali. Hadi şimdi gelin, bunun bir ürüne dönüştürülmesi sürecini yakından inceleyelim. Ben bir yazılımcıyım. İyi bir fikrim var safhasında isem, bu fikir bir yazılım ürününe ve dolaylı olarak bir dijital hizmete dönüşecek demektir. Bu yüzden bundan sonra değineceklerim, kurmak istediğim startup in temelini oluşturacak bu yazılım ürünü ve dijital hizmetin nasıl oluşturulduğu konularını ihtiva etmektedir. Nitekim günümüzdeki birçok startup öyle ya da böyle yazılım ihtiva eder ve burada anlatacakların onlar için geçerli süreçler olacaktır.
Yazılım ne yazık ki çok maliyetli bir iş. Yazılım yaparak ortaya çıkartılan ürün ve servisi işletmek daha da maliyetli bir iş. Ama siz fikrinizin iyi olduğu konusunda kararlısınız ve her şeyi göze aldınız. Bu işi yapacaksınız. Cevaplamanız gereken ilk soru şu: bunu yaptırmak için mali gücüm var mı yoksa teknik becerilerim bunun için yeterli olacak mı? Ben size kısa bir cevap vereyim: ne mali gücünüz yetecek ne de teknik beceriniz. Teknik becerileriniz yoksa milyonlarca liraya ihtiyacınız olduğunu zaten kısa bir araştırma yaparak anlayacaksınız. Bu yazıyı kalem aldığımda 5-10 sene tecrübeli bir senior programcının maaşı 150 bin TL civarında ve size en az iki ve üzeri programcı gerekiyor. Eğer teknik becerilerim buna yeter diyorsanız, o zaman şu konuları hakim olduğunuz söyleyebilir misiniz?
- Son kullanıcı için mobil uygulamanın geliştirilmesi.
- Mobil uygulamanın kullanacağı backend sistemlerinin programlanması.
- Kullanıcılar için gerekli yönetim panelleri ve arayüzlerin oluşturulması.
- 7/24 hizmet vererek sunucu altyapısının oluşturulması ve canlının yönetimi.
- Uygulamanın müşteri gereksinimleri dogrultusunda inkrementel geliştirilmesi ve yeni sürümler halinde canlıya alınması.
- Teknik altyapının 7/24 takibi (monitoring).
- Hataların giderilmesi.
- Altyapının yüksek ölçeklenebilir yapıda tasarlanması.
Kısaca aynı anda backend developer, frontend developer, mobil developer, fullstack developer, devops, release manager, product manager ve project manager olmanız gerekiyor. Daha ekip oluşturma, onlara görev verme, şirket kurma, şirket kültürü oluşturma ve daha bir sürü değişik konuya girmedik bile.
Eğer bu yazımda bahsettiğim konuları tek tek incelemek isteseydim, bu yazı çok rahatlıkla bir kitapçık ya da bir kitaba dönüşebilirdi. Bu yüzden yazılımın nasıl yapılması gerektiği konuşa girmeden (bknz. KurumsalJava.com yazılarım), teknik sunucu ve canlı altyapısının nasıl oluşturulacağı konusuna kısaca değinmek istiyorum. Bu “iyi bir fikrim var” söyleminin hayat bulması için ihtiyaç duyduğu onlarca alandan sadece birisi olan teknik altyapının ne anlama geldiğinin ve nasıl oluşturulduğunun resmini ihtiva etmektedir. Bunun için harcanması gereken efor kavrandığında, bir girişim teşebbüsünün hangi boyutlarda olması gerektiği rahatlıkla görülebilecektir.
Teknik altyapı tezgahın kendisidir diyebiliriz. Bir pazarda sebze satan bir pazarcı gibi, bir startup kendi pazarında bu tezgahı kurarak, planladığı ürünü satmaya başlar. Tezgah olmadan satış olmayacağı aşikar. Burada tezgahın kendisini yani teknik altyapıyı ve satılmak istenen ürünü birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor. Ürünü oluşturmak için zaten harcanacak efor konusunda kabaca bir fikriniz olduğunu düşünüyorum. Ürünün çalıştığı sunuculardan oluşan teknik altyapıyı kurmak ve işletmek, ürünü oluşturma eforundan az kalır nitelikte olmayacaktır. Bunun ne anlama geldiğini ve hangi boyutlarda hareket ettiğimizi bir örnek ile yakından inceleyelim.
Whatsapp uygulamasını örnek olarak alalım. Whatsapp 7/24 hizmet veren, yüzlerce ya da binlerce sunucu ihtiva eden devasa teknik bir altyapıya sahip bir uygulamadır. Bu uygulamanın sadece bir ya da iki gün işlevini yitirdiğini düşünün. Bu durumda kullanıcılar büyük bir ihtimalle hızlı bir şekilde alternatif uygulamara kayacaktır. Bu demek oluyor ki teknik altyapının hiç aksama olmayacak ve 7/24 hizmet verecek şekilde tasarlanması ve işletilmesi gerekmektedir.
Bu ne yazık ki başlı başına bir bilim dalı! Bunun için bu konuda gerçekten uzman insanlara ihtiyacınız var. Artık onların ne kadar maaş isteyebileceği konusuna girerek, moralinizi bozmak istemiyorum. Aşağıda böyle bir altyapının kabaca bir resmi yer alıyor. Uygulamanın en basit hali ile bile sahip olunması gereken en minimumdaki altyapı tasarımı aşağidaki şekilde olmak zorunda, çünkü siz hemen 7/24 hizmet vermeye başlamak zorundasınız. Bunu sağlayamadığınız taktirde, müşteri kitlesini çok kısa bir sürece kaybedersiniz. Geçmiş olsun.

Resimde yer alan her kutucuk (master loadbalabcer, backup loadbalancer, web1, web2, db1 ve db2) bir fiziksel sunucu (dedicated server), yani minimunda en az 6 sunucu ile bu altyapının oluşturulması gerekiyor. Altyapı bileşenlerine bir göz atalım:
- Loadbalancer: Gelen kullanıcı isteklerini uygulamanın çalıştığı sunuculara (web1, web2) dağıtır / yönlendirir. Neden kullanılır? Tek bir uygulama sunucusunun adresinin www.abc.com şeklinde olduğunu düşünelim. Kullanıcı sayısının artışı ile bu sunucunun kapasitesi yetersiz kalacağı için www2.abc.com altında ikinci bir sunucunun servise sokulması gerekecektir. Bu durumda www ve www2 isimlerini taşıyan iki sunucu arasında kullanıcılardan gelen istekleri bir loadbalancer paylaştırabilir.
- Web1 / web2: Uygulamanın çalıştığı sunucular. Kullanıcı istekleri bu iki sunucu arasında paylaştırılır. Artan kullanıcı taleplerini karşılayabilmek için bu katmanda sunucu sayısı artırlır (web3, web4 gibi).
- Db1 / db2: Veritabanının tutulduğu sunucular. Db1 master görevini görmektedir. Veriler eş zamanlı db2 de yedeklenir. Db1 devre dışı kaldığında, db2 onun yerini alır.
Neden minimumda 6 sunucu ile başlamak zorunda olduğumuzun teknik nedenleri mevcut, bunlar:
- Altyapınıın yüksek ölçeklenebilir (high scalability) olması gerekir. Bunun temellerinin oluşturulan ilk teknik altyapıda atılması gerekiyor.
- Altyapıyı oluşturan bileşenlerin çalışamaz hale geldiklerinde, sorumlu oldukları servisin otomatik olarak o bileşenin standby durumda olan kopyasına transfer edilmesi (failover) gerekir. Bu yüzden her bileşen çift olmak zorunda. Örneğin master loadbalanver sunucusu arıza yaptığında, yerine backup loadbalancer geçer. Aynı şey web1/web2 ve db1/db2 için de geçerlidir. Bu sisteme esneklik (resilience) kazandırır. Bu esneklik olmadan oluşan hataların tolere (fault tolerance) edilmesi mümkün değildir. Bu 7/24 hizmet vermenin en önemli gerekliliğidir.
- Ağrıza yaparak devre dışı kalan bileşenlerin tekrar eski görevlerine dönmeleri (failure recovery) şarttır, çünkü tek başına kalan bir bileşen de (örneğin backup loadbalancer) bir arıza yapabilir ve sistem tamamen çalışmaz hale gelebilir.
- Uygulamanın en önemli bileşenlerinden birisi olan ve verilen tutulduğu veritabanı sistemlerinin sürekli kopyalandıkları (replication) yedeklerinin bulunması gerekmektedir. Örneğin uygulama sunucularından birisinin (örneğin web1) arzıza yaparak devre dışı kalması sistemin genelini etkilemezken, veritabanı sunucusunun arıza yapması sistemi anında durma aşamasına getirir. Bu yüzden veritabanı replikasyonu teknikleri kullanılarak mevcut veritabanı sunucusunun yedeğinin oluşturulması gerekmektedir.
7/24 hizmet verebilmenin temelinde bu yüksek kullanılabilirlik (high availability) yatmaktadır. Benim daha önce tek bir sunucu ile yola çıktığım projeler (bknz Bizimalem) oldu. Lakin o örneklerde yukarda resmi yer alan altyapı mimarisini oluşturma nedenleri kısa sürede kendilerini gösterdikleri için proje altyapı olarak oraya doğru evrilmek zorunda kaldı.
Ne yazık ki böyle bir altyapıyı kurmuş olmamız yeterli değil. Örneğin sistemi bu şekilde kurduğumuzu farzedelim. Bu sunucuların hepsi aynı lokasyonda (datacenter) ise, o zaman yine bir problemimiz var demektir. Örneğin sunucuların yer aldığı bu lokasyon yanıp, kül olsa ne olacak? Bu yine sunduğumuz hizmetin devre dışı kalması anlamına gelecektir. Bu yüzden aynı sistemi başka bir lokasyonda hazır (standby) tutmamız gerekiyor. Gerisini artık siz düşünün 🙂
Bu yazımda girişimclilk için gereklli vasıflardan ve her girişimciyi bekleyen kinder sürpriz yumurtalarından bahsetmeye çalıştım. Girişimciliğe dair konular çok geniş bir alana yayılmış durumda. Bir girişimcinin göz önünde bulundurması gereken bir çok parametre mevcut. Ben bu yazımda çok küçük bir kısmına değinebildim. Devam edecek olan yazılarımda diğer alanlara ait naçizane fikirlerimi aktarmaya çalışacağım. Hiç kimse annesinin karnında girişimci olarak doğmaz. Girişimcilik için gerekli olan herşey öğrenilebilir. Girişimci yola çıktığında, yol kendisini gösterecektir. Kervan yolda düzülür.
EOF (End Of Fun)
Özcan Acar